19 Temmuz 2013 Cuma

                    Breakfast Club - Kahvaltı Kulübü 



          Bir beyin, bir atlet, bir çöp tenekesi, bir prenses, bir suçludur filmin tanıtım cümlesi. 80'li yıllar Amerika'sının eğitim sistemini, aile ilişkilerini, öğrenciler arası sert sosyal sınıfları izleyici için ortaya koyar. Kült sayılabilecek bir filmdir, en azından kendi ülkesi civarında. 
        Filmi kısa olarak anlatacak olursam; Hikaye bir lise de geçer. Normalde birbirlerinde oldukça farklı, birbirlerini hiç tanımayan beş öğrenci disiplin cezası nedeniyle cumartesi gününün çok büyük bir kısmını beraber geçirmek zorunda kalırlar. Farklı soysal sınıfların farklı çocuklarıdır hepsi, ortak nokta ise aileleridir. Hepsi ailesinden fazlasıyla uzaktır. Ve kendilerine has sorunları vardır.
      Johan Bender rolünde asi bir çocuğu oynayan Judd Nelson oynar. Filmin yayınlandığı dönemde birçok genç liselinin onu örnek aldığını hiç şüphe yoktur. Farklı ve cool bir karakter çizer ki bence de başarılı sayılabilir. Brian Johnson beşlinin zeki çocuğudur, orada olma nedenlerine bakılınca da bence çok gerçek bir nedeni vardır. Filmin en dikkat çeken karakteri ise benim için Allison Reynold rolündeki Ally Sheedy'dir. Mükemmele yakın bir karakter çizmiştir ve tartışmasız birçok ilerleyen yıllarda yazılacak onlarca karaktere de ilham olmuştur. Diğer karakterlerden şahsi olarak hoşlanmadım doğrusu. Ayrıca Ally'nin resim sahnesi çok iyidir.
      Film en başında sıkıcı ve gereksiz muhabetler dönse de insan ortama yavaş yavaş alışıyor. Sonlara doğru asıl konu bağlanmaya başlıyor ve güzel bir final. Öğrencilerin sisteme ve hayata karşı açılmasıdır asıl olay. Aile baskından bıkmak ve kendilerinden uzaklaşmasını konu alır. Normalde birbirlerinin yüzüne bile bakmayacak genç insanların birbirlerini de keşfetmesidir konu. Eksiklere bakacak olursak çok gereksiz diyologlar ve sert oyunculuklar var. Dönemsel olarak değerlendirirsek kılişe denemez, öyle de nitelendirmemek lazım. Notum ise 6/10
Dipnot : Dans sahnesi efsanedir



25 Nisan 2013 Perşembe





    UYKUSUZLUK VE SIKINTIDAN



  
       Birkaç saat içinde tamamen amatör ve doğaçlama çekilmiş kısa film çalışmamız.


10 Nisan 2013 Çarşamba

                         Wristcutters A love Story - Bilek Kesenler Bir Aşk Hikayesi



         Hikayesini duyunca neden benim aklıma gelmedi diye gerçekten üzüldüğüm film. İntihar edenlerin başka bir dünya da tekrar hayat bulduğu bir dünya düşünün. Yıldızların, çiçeklerin, şakaların hatta gülümsemenin olmadığı yeni bir dünya. İşte filmin ana karakteri Zia sevgilisiyle yaşadığı ayrılığa katlanamaz ve intihar eder. Tabi bunu yaparken daha kötü bir dünyada tekrar uyanacağını hesaba katmaz. Zia bir barda insanların nasıl öldüğünü hakkında oyun oynarken tanıştığı Eugene ile bir yolculuğa çıkacaktır. Yolda yanlarına bir de otostopçu alarak kadroyu tamamlarlar. Bir anlamda farklı  gerçeklikte  bir yol filmidir. Bu yolda karakterle kendini ve aşkı daha yakından tanıyacaktır.   
        
       Mekan kullanımı açısından çok doğru tercihlerin yapıldığı bir film olmuş. Nirvana, Joy Division ve Gogol Bordello şarkılarıyla güzel bir harman yakalandığını düşünüyorum. Özellikle kendi özgün şarkısını çok sevdim. Gogol Bordello şarkılarının ve Eugene karakterinin yönetmen Goran Dukic'in kendi net imzası olduğunu düşünüyorum. Kısa filmleriyle ünlü Goran Dukic bu filmle birçok haklı ödül kazanmıştır. Umarım yakın zamanda yeni bir uzun metrajla daha karşımıza çıkar.



      
        Oyunculara gelecek olursak Zia rolünde oynayan Patrick Fugit bu rol için gerçekten uygun kişi. Melankolik ve bir o kadar masum bir karakter portresi çizmiş. Almost Famous filmindeki karakteri de benim iyiler arasındaydı. Shanny Sossamon filmde otostopçu kız rolünde oynamış. Benim üzerinde pek bir etki bıraktığını söyleyemem açıkçası. Bu tarz karakterlerin içinde kaybolup gitmeye mahkum bir karakter olduğunu düşünüyorum. Shea Whingham ve Tom Waits'a ayrı birer parantez açılmalı diye düşünüyorum. Kendide özgü gerçek bir karakter yaratan Shea Whingham filmin taşıyıcı kolonlarından biri. Tom Wait'ı küçük roller aldığı filmlerin neredeyse hepsinde çok beğenerek izledim ve bun filmde de hayal kırıklığı yaratmadı.
    
      Film, özellikle fikri gerçekten güzeldi. Eleştirilere gelince, filmin içinde bazı düşüşler ve kopukluklar vardı. Çok daha iyisi olabilirdi diyorum bu film için. Kopuklukların giderildiği, bazı konuların daha çok üstüne durulduğu şiirsel bir film olsa efsaneler arasına girmeye adaydı. Kendi melankolikliğinde kaybolmuş diyebilirim. Film için puanım  7/10

8 Nisan 2013 Pazartesi

 Umut Işığım - Silver Linings Playbook
      
         



          Film isimlerinin Türkçeye çevrimleri genelde basit ve sıradan olur. Umut ışığım ismi de basit dursa da belki de bu filme verilebilecek en güzel, en gerçek isim. Gerçek anlamda bir umut, hayata bağlanma hikayesi.
          Her insan kendi sınırları dahilinde acı çeker. Filmin başında akıl hastanesinde bulunan Bradley Cooper'ın, filmdeki adıyla Pat'in başından pekte hoş olmayan bir olay geçmiştir. Akıl hastanesinden çıktıktan sonrada başından geçen olayı saplantı haline getirir.Bu saplantı zaten zayıf olan aile bağlarını iyice germektedir. Tek amacı iyi bir insan olmak olan Pat bir gün Tiffany ile tanıştırılır. Tiffany rolünü oynayan Jennifer Lawrence, haklı oscar galibi, ikisi içinde yeni bir kapı kapı açar.
         Çılgın ve tuhaf karakter saplantılı romantik komedi denemelerinin üzerine gerçek, dağınık ve gerçekten acı çekmiş karakterlerini hikayesi izlemek gerçekten hoştu. Renkli saçlı umursamaz çılgın kız karakterinin, Eternal Sunsine Of The Spotless Mind isimli - bence kendi alanında en yukarıdaki filmlerden biri - filmde Kate Winslet'ın oynadığı Clementine karakterinden sonra gereğinden fazla kullanılması ciddi anlamda sıkıcı olmaya başlamıştı. Tam dozunda bir psikopatlıkla oynayan Jennifer ve yazar Matthew Quick'i gerçekten tebrik etmek gerekir. Özlenen klişelerden bazılarının ustalıkla kullanıldığı film benim için bu senenin de en iyi filmidir.
        Yönetmen hakkında bilgi verecek olursak David O. Russel kaliteli bulduğum bir yönetmendir. Üç Kral ve Dövüşçü, The Fighter en bilinen filmleridir. Özellikle The Fighter'da ayrı bir parantezi hak eden iyi bir filmdir benim gözümde. Gerçekçilikten uzaklaşmayan kamera kullanımı filmin içine bizi daha da sokuyor. Mekan seçimleri gayet olumlu.  Çektiği filmlerin yazım aşamasında bulunması da iyi filmler çekmesinin bariz sebeplerinden biri. Bence Umut Işığım filmi ile kendi zirvesini gördü. 
        Filmde Bradley Cooper ve Jennifer Lawrence'den başka Robert De Niro gibi bir efsane de var. Son dönemde filmsel kalitesi ciddi anlamda düşse de bunun kendisiyle alakalı bir sorun olmadığını bariz bir şekilde gösterdi bu filmde. Psikolojik sorunları olan kumara takıntılı, oğluna gereken önemi ilgiyi vermediği için vicdan azabı içinde olan babayı çok güzel oynadığını düşünüyorum.
        Film hakkında nacizane yorumlarım bu kadar. Filmi çok beğendiğim için bazı yerlerde objektif olamamış olabilirim ama bazı filmler bunu hak eder bu da benim için onlardan biri. Puanım 8.8 / 10

6 Nisan 2013 Cumartesi

     TIKANMA - CHOKE

        " Eğer bu kitabı okumaya niyetliyseniz vazgeçin. Kendinizi kurtarın. Televizyonda mutlaka daha iyi bir şeyler vardır. Burada anlattığım şeyler önce sizi kızdıracak. Sonra her şey daha da kötü olacak," uyarısı ile başlayan bir roman düşünün. Seks bağımlısı bir adam, alzheimer hastası bir anne ve enteresan ötesi arkadaşlar. Hayatta kalmak için restaurantlara gidip boğulma taklidi yapan Victor, kendisinin kurtaran kişinin tüm duygularını sonuna kadar sömürmektedir. Kara kaplı defterine onu boğulmaktan kurtaran kişileri not etmekte ve hergün bir şekilde onlardan gelen paralarla geçinmektedir. Annesinin hastalığından dolayı okuduğu tıpı bırakıp çalışmaya başlamıştır. Seks bağımlılığı, aile ve din üzerine bir Chuck Palahniuk romanı. 
      Filme gelecek olursak. Filmde ana karakter Victor'u Sam Rockwell canlandırıyor. Kitabı okumuş biri olarak söyleyebilirim ki güzel bir seçim olmuş karakter için. O rahatsız edici kişiye tam olarak veremese de yine de Sam Rockwell başarılı sayılabilir. Anne Ida rolünde oynayan Anjelica Huston




 bence çok çok yanlış bir seçim. Özellikle Flashback sahnelerinde başka bir oyuncu kullanılması çok daha iyi olurdu diye düşünüyorum.  Filmde Page Marshall rolünü ise Kell McDonald oynamakta ve kısmen başarılı sayılabilir. Filmde mekan seçimlerinin son derece başarısız olduğunu düşünüyorum. Oyuncu Clark Gregg'in ilk film denemesi olan Tıkanma Sundance film festivalinde jüri özel ödülünü almıştır. Bence herhangi bir ödülü hakeden bir film değil.
      Kitapta kilit noktaları oluşturan birçok konuya filmde hiç değinilmemiş olması, kurgudaki zayıflık bu filmi pekte çekici kılmıyor. Özellikle anne Ida'nın ideolojisi hakkında neredeyse hiç bir bilgi verilmiyor. Victorun yakın arkadaşı Denny sonradan ekleme bir karakter gibi amaçsız kalmış. Bir başyapıt çıkabilecek bu hikaye Clar Gregg'in ellerinde ikinci sınıf bir Amerikan filmine dönüşmüş. Film Imdb de 6.5 alsada benim filme puanım : 5.5 / 10 o da hikayeye olan saygımdan.

31 Mart 2013 Pazar


Seven Psychopaths - Yedi Psikopat
          Filmin yönetmenliğini ve senaristliğini Six Shooter filmiyle Oscar kazanan Martin McDonagh üstlenirken, 7 psikopatlık kadroyu ise Colin Farrell, Sam Rockwell, Woody Harrelson, Christopher Walken, Tom Waits, Abbie Cornish ve Olga Kurylenko isimleri oluşturuyor.
             Marty, Yedi Psikopat adını koyduğu ama hikayesini bir türlü tam olarak kurgulayamadığı kitabını zar zor yazma çabası içerisinde olan bir yazardır. Çılgın yönleri olan, işsiz aktör Billy ise Marty’nin komşusu ve en yakın arkadaşıdır. Bu aralar geçimini ise zengin köpek sahiplerinin köpeklerini kaçırarak, fidye isteyerek sürdürür. Marty'yi ise piskopat biçimde 'çok' sevmektedir. Oldukça beyfendi bir adam olan ve eşi kanser tedavisi gören Hans ise Marty’nin suç ortağıdır. Geçmişte ortalığı birbirine karıştırmış bir adamken, artık kendisini daha sakin bir hayata ve dine adamıştır. Fakat Billy ve Hans son işlerinde baltayı taşa vururlar. Psikopat bir katil olan Charlie'nin çok kıymetli köpeğini çalarlar. Charlie hayattaki her insanı biricik sevgilisi olan köpeği için öldürebilecek bir delidir. Hikayenin sonunda ise tüm bu olayları en baba psikopat olan Billy'in Maty'nin yazısını tamamlaması için yaptığını görüyoruz. 
       
 Filmde Colin Farrel'in oynadığı yazar karakteri dışında diğer karakterler gerçekten orijinal. Özellikle Kuveykır adam favorimdi. Filmin sonunda Zach'in Martin'i aradığı sahnede bence güzel bir final olmuş. Film hakkında beklentilerim çok yüksekti, başlarda gerçek anlamda beklentilerime karşılık buldum. Ama film kendi içerisinde bir bölümde yavan ve durağan bir hal alıyor ve sıkıcı bir şekilde devam ediyor. Kendine göre bir tarz yakalama yolunda giden Martin Mcdonanagh zekice bir senaryo yazmasına rağmen bu fikirden dönemin Pulp Fiction'ın veya bir Snatch çıkabiliridi. Yapılandan çok daha iyisi olabilirdi diye düşünüyorum. In Bruge ile direkt olarak hayran kitlesi edinen yönetmenin yeni filmlerini merakla bekleyeceğim ve kendini daha da aşacağını düşünüyorum.
       Tom Waits'sı izlemek gerçekten güzeldi. Karakteri üzerine gerçekten güzel oturmuş. Sam Rockwell de yine alışkın olduğu tarzda bir rolde hayal kırıklığı yaratmamış. Filme benden puan 7 / 10
      
       - Seni salı günü öldüreceğim.
       - Tamam salı günü boşum.