17 Ekim 2014 Cuma

Sånger från andra våningen

Sånger från andra våningen - Songs From The Second Floor


İkinci Kattan Şarkılar 




     Tüm yollar boşken bir ana yolda bitmeyen bir trafik, iş yerini yakmış bir adam, onun şiir yaza yaza delirmiş oğlu, gösterisi sırasında bir adamı kesen bir sihirbaz ve o adam. Daha da niceleri... Bu girişten bir şey anlamanız normal. Çünkü bu film kategorize edilemeyecek kadar zor ve anlamak için tüm konsantrenizi üzerine dökmeniz gereken bir film. 
    
         İsveçli yönetmen Roy Andersson'un dördüncü filmi olan bu eser bir çok festivalden hak ettiği ödüllerle dönmeyi başarmıştır. Kuzey Avrupa sinemasının ne denli önemli olduğunu bu filmi izleyen herkese göstermiştir. Filmi özetlemek gerçekten çok zor. Benim için koyu renk bir tablo üzerine birbirinden kopuk ayrı köşelere çizilmiş bir çok desen bu film. Tek tek bakınca hepsi kendine has ama bütüne alınınca karanlığın içinde bir seçki sunuyor bizlere. Kara film seven herkesin bu cesur meydan okumaya katılmalıdır. Yönetmenin dört yılda tamamladığı bu filmin her sahnesine gereken değer verilmelidir.  Puan 8 /10   
T
Ödülleri
Cannes Film Festivali, Jüri Ödülü
Altın Böcek Ödülleri, En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni
Manaki Kardeşler Film Festivali, İzleyici Ödülü
Norveç Film Festivali, Norveç Film Eleştirmenleri Ödülü

27 Eylül 2014 Cumartesi

The Fault İn Our Stars - Aynı Yıldızın Altında

 The Fault İn Our Stars - Aynı Yıldızın Altında

     Son dönemin fenomenlerinden olan bu filmi dün gece sabaha karşı izledim. Ve sonra ağlamaktan uyuyamadım demek isterdim ama öyle olmadı. Amaçlanan olay, insanları ağlatmak ise benim için başarısız bir film oldu. Eğer amaç bu değilse ki bence değildi, başarılı bir film izledim.

      Kitabıyla dünyada ve ülkemizde hatırı sayılır okura ulaşan bu eser bir çoğunuzun bildiği gibi kanser hakkında. Hastalığın her türü acıdır, kanser daha bir acı. Baş roldeki tatlı kızımız Hazel Grace 13 yaşından beri kanserle mücadele eden biri. Kanserin ve ölümün farkında, türünün diğer örneklerinin aksine ' Çılgın Kız' klişesinden uzak bir karakter. Ama her aşka bir çılgın gerekir. Bu hikayede bu erkek baş rol oyuncumuz oluyor. Ailesinin ve doktorunun baskılarıyla bir destek grubuna giden Hazel Grace burada Augustus'la tanışır ve hikaye başlar. Filmde en önemli yere sahip karakter ise Peter Van Houten. Willem Dafoe'nin hayat verdiği bu karakter bir yazar. Hazel Grace'in takıntılı olduğu bu yazar bence filmin kalbindeydi. 

     Oyuncu seçimlerine gelecek olursak. Baş roldeki kızımızı Shailene Woodley isimli genç bir arkadaş oynuyor. Oyunculuğunu ilk defa izledim ve başarılı buldum. Sade, yalın bir çizgisi vardı bana karakteri güzel yansıttı. Ama filmdeki diğer hiçbir karakter için bunu söyleyemeyeceğim. Berbat bir cast seçimi. Augustus rolündeki Ansel Elgort'un rolüne uyuz olmaktan filmin birçok yerine adapte olamadım. Çok rahatsız ediciydi. Ve ikinci uyuz karakter Lauro Dern yani müstakbel Anne. Kitabını okumadım ama gerçekten böyle bir anne yazılmış olacağına inanmak istemiyorum. Eleştirilecek diğer bir nokta da filmdeki yan karakterler. Kitapta ne yazdığını bilmiyorum ama iki üç kişi üzerinden iki saatlik film geçirmek çok zordu. Bu kızın neden arkadaşı yok. Çok havalı giren ve sonra tarihin en ezik karakterlerinden birine dönüşen esas oğlanın neden sadece bir adet işlevsiz arkadaşı var? Bunlar sorulması gereken sorular. 
     Diyeceksiniz ki filmin neresi başarılı? Neresi güzel? Neden izlemeliyim? Film ölümün, hastalığın acite edici tarafından olabildiğince kaçınıyor. Bence hasta bir gencin duygu dünyasını çok güzel veriyor.Filmde en sevdiğim sahne benzinlik sahnesiydi. Ve spoiler sayılmayacak bir noktaya daha değinmek istiyorum. Gerçek anlamda spoiler tabi bu. ' Tüm büyük aşklar gibi ikimizden birisinin ölmesi gerekiyor.' Bu cümle benim için tüm klişeleri affettiriyor. 

     Bazı sert eleştirilerim olsa da film bir çok sinemaseveri tatmin edecek güçte. Sıkılmadan izleyebilirsin  ve eğer bayansanız çok güzel ağlayabilirsiniz.Puanım  7/10

   

19 Temmuz 2013 Cuma

                    Breakfast Club - Kahvaltı Kulübü 



          Bir beyin, bir atlet, bir çöp tenekesi, bir prenses, bir suçludur filmin tanıtım cümlesi. 80'li yıllar Amerika'sının eğitim sistemini, aile ilişkilerini, öğrenciler arası sert sosyal sınıfları izleyici için ortaya koyar. Kült sayılabilecek bir filmdir, en azından kendi ülkesi civarında. 
        Filmi kısa olarak anlatacak olursam; Hikaye bir lise de geçer. Normalde birbirlerinde oldukça farklı, birbirlerini hiç tanımayan beş öğrenci disiplin cezası nedeniyle cumartesi gününün çok büyük bir kısmını beraber geçirmek zorunda kalırlar. Farklı soysal sınıfların farklı çocuklarıdır hepsi, ortak nokta ise aileleridir. Hepsi ailesinden fazlasıyla uzaktır. Ve kendilerine has sorunları vardır.
      Johan Bender rolünde asi bir çocuğu oynayan Judd Nelson oynar. Filmin yayınlandığı dönemde birçok genç liselinin onu örnek aldığını hiç şüphe yoktur. Farklı ve cool bir karakter çizer ki bence de başarılı sayılabilir. Brian Johnson beşlinin zeki çocuğudur, orada olma nedenlerine bakılınca da bence çok gerçek bir nedeni vardır. Filmin en dikkat çeken karakteri ise benim için Allison Reynold rolündeki Ally Sheedy'dir. Mükemmele yakın bir karakter çizmiştir ve tartışmasız birçok ilerleyen yıllarda yazılacak onlarca karaktere de ilham olmuştur. Diğer karakterlerden şahsi olarak hoşlanmadım doğrusu. Ayrıca Ally'nin resim sahnesi çok iyidir.
      Film en başında sıkıcı ve gereksiz muhabetler dönse de insan ortama yavaş yavaş alışıyor. Sonlara doğru asıl konu bağlanmaya başlıyor ve güzel bir final. Öğrencilerin sisteme ve hayata karşı açılmasıdır asıl olay. Aile baskından bıkmak ve kendilerinden uzaklaşmasını konu alır. Normalde birbirlerinin yüzüne bile bakmayacak genç insanların birbirlerini de keşfetmesidir konu. Eksiklere bakacak olursak çok gereksiz diyologlar ve sert oyunculuklar var. Dönemsel olarak değerlendirirsek kılişe denemez, öyle de nitelendirmemek lazım. Notum ise 6/10
Dipnot : Dans sahnesi efsanedir



25 Nisan 2013 Perşembe





    UYKUSUZLUK VE SIKINTIDAN



  
       Birkaç saat içinde tamamen amatör ve doğaçlama çekilmiş kısa film çalışmamız.


10 Nisan 2013 Çarşamba

                         Wristcutters A love Story - Bilek Kesenler Bir Aşk Hikayesi



         Hikayesini duyunca neden benim aklıma gelmedi diye gerçekten üzüldüğüm film. İntihar edenlerin başka bir dünya da tekrar hayat bulduğu bir dünya düşünün. Yıldızların, çiçeklerin, şakaların hatta gülümsemenin olmadığı yeni bir dünya. İşte filmin ana karakteri Zia sevgilisiyle yaşadığı ayrılığa katlanamaz ve intihar eder. Tabi bunu yaparken daha kötü bir dünyada tekrar uyanacağını hesaba katmaz. Zia bir barda insanların nasıl öldüğünü hakkında oyun oynarken tanıştığı Eugene ile bir yolculuğa çıkacaktır. Yolda yanlarına bir de otostopçu alarak kadroyu tamamlarlar. Bir anlamda farklı  gerçeklikte  bir yol filmidir. Bu yolda karakterle kendini ve aşkı daha yakından tanıyacaktır.   
        
       Mekan kullanımı açısından çok doğru tercihlerin yapıldığı bir film olmuş. Nirvana, Joy Division ve Gogol Bordello şarkılarıyla güzel bir harman yakalandığını düşünüyorum. Özellikle kendi özgün şarkısını çok sevdim. Gogol Bordello şarkılarının ve Eugene karakterinin yönetmen Goran Dukic'in kendi net imzası olduğunu düşünüyorum. Kısa filmleriyle ünlü Goran Dukic bu filmle birçok haklı ödül kazanmıştır. Umarım yakın zamanda yeni bir uzun metrajla daha karşımıza çıkar.



      
        Oyunculara gelecek olursak Zia rolünde oynayan Patrick Fugit bu rol için gerçekten uygun kişi. Melankolik ve bir o kadar masum bir karakter portresi çizmiş. Almost Famous filmindeki karakteri de benim iyiler arasındaydı. Shanny Sossamon filmde otostopçu kız rolünde oynamış. Benim üzerinde pek bir etki bıraktığını söyleyemem açıkçası. Bu tarz karakterlerin içinde kaybolup gitmeye mahkum bir karakter olduğunu düşünüyorum. Shea Whingham ve Tom Waits'a ayrı birer parantez açılmalı diye düşünüyorum. Kendide özgü gerçek bir karakter yaratan Shea Whingham filmin taşıyıcı kolonlarından biri. Tom Wait'ı küçük roller aldığı filmlerin neredeyse hepsinde çok beğenerek izledim ve bun filmde de hayal kırıklığı yaratmadı.
    
      Film, özellikle fikri gerçekten güzeldi. Eleştirilere gelince, filmin içinde bazı düşüşler ve kopukluklar vardı. Çok daha iyisi olabilirdi diyorum bu film için. Kopuklukların giderildiği, bazı konuların daha çok üstüne durulduğu şiirsel bir film olsa efsaneler arasına girmeye adaydı. Kendi melankolikliğinde kaybolmuş diyebilirim. Film için puanım  7/10

8 Nisan 2013 Pazartesi

 Umut Işığım - Silver Linings Playbook
      
         



          Film isimlerinin Türkçeye çevrimleri genelde basit ve sıradan olur. Umut ışığım ismi de basit dursa da belki de bu filme verilebilecek en güzel, en gerçek isim. Gerçek anlamda bir umut, hayata bağlanma hikayesi.
          Her insan kendi sınırları dahilinde acı çeker. Filmin başında akıl hastanesinde bulunan Bradley Cooper'ın, filmdeki adıyla Pat'in başından pekte hoş olmayan bir olay geçmiştir. Akıl hastanesinden çıktıktan sonrada başından geçen olayı saplantı haline getirir.Bu saplantı zaten zayıf olan aile bağlarını iyice germektedir. Tek amacı iyi bir insan olmak olan Pat bir gün Tiffany ile tanıştırılır. Tiffany rolünü oynayan Jennifer Lawrence, haklı oscar galibi, ikisi içinde yeni bir kapı kapı açar.
         Çılgın ve tuhaf karakter saplantılı romantik komedi denemelerinin üzerine gerçek, dağınık ve gerçekten acı çekmiş karakterlerini hikayesi izlemek gerçekten hoştu. Renkli saçlı umursamaz çılgın kız karakterinin, Eternal Sunsine Of The Spotless Mind isimli - bence kendi alanında en yukarıdaki filmlerden biri - filmde Kate Winslet'ın oynadığı Clementine karakterinden sonra gereğinden fazla kullanılması ciddi anlamda sıkıcı olmaya başlamıştı. Tam dozunda bir psikopatlıkla oynayan Jennifer ve yazar Matthew Quick'i gerçekten tebrik etmek gerekir. Özlenen klişelerden bazılarının ustalıkla kullanıldığı film benim için bu senenin de en iyi filmidir.
        Yönetmen hakkında bilgi verecek olursak David O. Russel kaliteli bulduğum bir yönetmendir. Üç Kral ve Dövüşçü, The Fighter en bilinen filmleridir. Özellikle The Fighter'da ayrı bir parantezi hak eden iyi bir filmdir benim gözümde. Gerçekçilikten uzaklaşmayan kamera kullanımı filmin içine bizi daha da sokuyor. Mekan seçimleri gayet olumlu.  Çektiği filmlerin yazım aşamasında bulunması da iyi filmler çekmesinin bariz sebeplerinden biri. Bence Umut Işığım filmi ile kendi zirvesini gördü. 
        Filmde Bradley Cooper ve Jennifer Lawrence'den başka Robert De Niro gibi bir efsane de var. Son dönemde filmsel kalitesi ciddi anlamda düşse de bunun kendisiyle alakalı bir sorun olmadığını bariz bir şekilde gösterdi bu filmde. Psikolojik sorunları olan kumara takıntılı, oğluna gereken önemi ilgiyi vermediği için vicdan azabı içinde olan babayı çok güzel oynadığını düşünüyorum.
        Film hakkında nacizane yorumlarım bu kadar. Filmi çok beğendiğim için bazı yerlerde objektif olamamış olabilirim ama bazı filmler bunu hak eder bu da benim için onlardan biri. Puanım 8.8 / 10

6 Nisan 2013 Cumartesi

     TIKANMA - CHOKE

        " Eğer bu kitabı okumaya niyetliyseniz vazgeçin. Kendinizi kurtarın. Televizyonda mutlaka daha iyi bir şeyler vardır. Burada anlattığım şeyler önce sizi kızdıracak. Sonra her şey daha da kötü olacak," uyarısı ile başlayan bir roman düşünün. Seks bağımlısı bir adam, alzheimer hastası bir anne ve enteresan ötesi arkadaşlar. Hayatta kalmak için restaurantlara gidip boğulma taklidi yapan Victor, kendisinin kurtaran kişinin tüm duygularını sonuna kadar sömürmektedir. Kara kaplı defterine onu boğulmaktan kurtaran kişileri not etmekte ve hergün bir şekilde onlardan gelen paralarla geçinmektedir. Annesinin hastalığından dolayı okuduğu tıpı bırakıp çalışmaya başlamıştır. Seks bağımlılığı, aile ve din üzerine bir Chuck Palahniuk romanı. 
      Filme gelecek olursak. Filmde ana karakter Victor'u Sam Rockwell canlandırıyor. Kitabı okumuş biri olarak söyleyebilirim ki güzel bir seçim olmuş karakter için. O rahatsız edici kişiye tam olarak veremese de yine de Sam Rockwell başarılı sayılabilir. Anne Ida rolünde oynayan Anjelica Huston




 bence çok çok yanlış bir seçim. Özellikle Flashback sahnelerinde başka bir oyuncu kullanılması çok daha iyi olurdu diye düşünüyorum.  Filmde Page Marshall rolünü ise Kell McDonald oynamakta ve kısmen başarılı sayılabilir. Filmde mekan seçimlerinin son derece başarısız olduğunu düşünüyorum. Oyuncu Clark Gregg'in ilk film denemesi olan Tıkanma Sundance film festivalinde jüri özel ödülünü almıştır. Bence herhangi bir ödülü hakeden bir film değil.
      Kitapta kilit noktaları oluşturan birçok konuya filmde hiç değinilmemiş olması, kurgudaki zayıflık bu filmi pekte çekici kılmıyor. Özellikle anne Ida'nın ideolojisi hakkında neredeyse hiç bir bilgi verilmiyor. Victorun yakın arkadaşı Denny sonradan ekleme bir karakter gibi amaçsız kalmış. Bir başyapıt çıkabilecek bu hikaye Clar Gregg'in ellerinde ikinci sınıf bir Amerikan filmine dönüşmüş. Film Imdb de 6.5 alsada benim filme puanım : 5.5 / 10 o da hikayeye olan saygımdan.